FIKRALARIMIZ

                         

                      gülelim ******     GÜLELİM  ******gülelim

     Gülelim bölümündeki KUYUDÜZÜ fıkraları,  halen köy halkı arasında konuşulup anlatılmaktadır.  Bu fıkraları derleyerek yazıya aktardım. Böylece  unutulmamalarını sağlamak istedim. Fıkralarda adı geçen kişiler ve olaylar gerçektir.   Adı geçen kişilerin bir kısmı Kuyudüzü köyünde  halen yaşamaktadır. Bazıları vefat ederek aramızdan ayrıldılar. 
     Amacımız kimseyi alaya almak, hakir görmek değil, Karadenizlilerin fıkralarını zenginleştirmek. Ayrıca bu köylülerimizin hazırcevap, şakacı oluşlarından, yaratıcı hayal güçlerinden ve parlak zekâlarından örnekler sergilemektir. Bunlar yöremizin kültür zenginliğidir. Hoş karşılanması dileğimle.

                                                          
( Cemil Şener)

                              ------------------**********---------------------**********-------------------


     GÜLELİM BÖLÜMÜNDEKİ YAZILARIN BAŞLIKLARI:

     A. HAFTANIN FIKRASI
     B. KUYUDÜZÜ FIKRALARI
     C. KUYUDÜZÜ PALAVRALARI

                 A. HAFTANIN FIKRASI:
 
    (Haftanın fıkrası bölümünde, Karadeniz fıkralarından seçmeler yayınlayacağız.) 


            ARİTMETİK
     Matematik öğretmeni Temel, veli toplantısında öğrencilerinden şikayet ediyormuş:
     -Derste peşkere peş kaç ediy, diye sorayrum; kırk diyler.
     Veliler utanarak çocuklarının hatasını düzeltmişler:
     -Hiç olurmi, peşkere peş yirmipeş, haa  pilemedun otuz.


              OKUL
       Küçük Temel okula yeni başlamış. İlk gün okuldan eve geldiğinde sormuşlar:
        - Pu gün okulda ne yaptunuz?
  Surat asık ve bıkkın cevap vermiş:
        - Pek bi pok yapmaduk ki, öğretmen "yarun yine çelun" tedi.

             
OT
     Temel meyve çalarken bahçenin sahibinin geldiğini görünce ağaçtan inmeye çalışır.                                         Bahçe sahibi çıkışır:
      - Orada ne yapıyorsun?
      - Ot toplamak isteyrum.
      -Ağaçta ot olur mu?
      - Pen ta ondan aşağı ineyrum.

 
    *****------*****-------*****------*****------*****------*****

      ***  B. KUYUDÜZÜ FIKRALARI ***
 
           BAA DA VER EKMEK 
     Birgün rahmetli Haydar Çalışkan (Goca Haydar), Günaydın’ın kahveye gider. Kahvede  kalabalık bir grup köylü genç, futbol maçı izlemektedir. Haydar amca tam kapıdan gireceğ sırada, tuttukları takım gol atan kalabalık ayağa kalkar ve sevinç gösterileriyle "gool!" diye bağırır. Rahmetli de şaşkın bakışlar içinde bir an durakalır. Kalabalık sakinleşir ve oturur.Şaşkınlığı geçip içeri giren Haydar amca ellerini açıp havaya kaldırır ve yüksek sesle kızgın bağırır:
     - Baa da ver ekmek!
     - Baa da ver ekmek! 
                        (Gönderen: Mustafa Çıtlak)

          BÜYÜK KÜP DE GİDİYİ HA!
       (Yıl,1940'ların sonu.) 

       Çolu Ali ( Ali Şener ), iki göz ahşap evine, yemek pişirilmesi için birisi büyük üç tane güveç almıştır.( Güveç: Topraktan yapılıp özel fırınlanan ve İçinde yemek pişirilen topraktan kap. Kuyudüzülüler bu hikayedeki "güveç"i, güveç değil de; içine su konulan "Küp" olarak da anlatırlar.)
     O zamanlar çelik, teflon tencere ne gezer. Üç kuruş para bulup bir bakır tencereyi almak bile mesele. Fakirlik diz boyu. Eh.. üç tane güveç epey para. Kimbilir ne hevesle aldı.
     Neyse... biz gelelim hekâyemize..
     Çolu Ali, karısı Ayşe'yle birlikte akşama kadar çalışır tarlada. İşten yorgun argın eve düşerler.
     Karısına seslenir:
     - Fakiru! Sofrayı getürsene!
     - Yemek yok herif.
     Öfkeyle bağırır:
     - Baa bak gıcı, yemek niye yok? Sen bu evde ...
     Fakiru da aşağı kalmaz terslenir:
     - Yok dedimse, daha yapmadım.
     Velhasıl azıtırlar, iş kavgaya gidecektir.
     Bu sırada terekteki güveç (küp) gözüne ilişir Çolu'nun. Yakaladığı gibi küçüğünün birini havaya kaldırır. Fakiru Ayşe karı da bakmaktadır. Öfkeyle yere çarptığı gibi güveç tuzla buz...Karısında tıs yok.
İkinci küçük güveçi de eline alır. Havaya kaldırır. Yan gözle çaktırmadan Fakiru'na bakar. Karı hiç oralı değildir. Yallaah yere. İkinci de gitti mi sana.. İçi yanmaktadır Çolu Ali'nin. Öyle ya, o fakirliğin içinde.. Ama karı inat mı inat.
     Çolu Ali sonuncusunu da iki eliyle yakalar ve havaya kaldırırken karısına döner, muzdarip bağırır:
     - Böyüğü de gidiyi haa!

             ŞÜFERLİK ÖĞRETİCEKTİ
     Gara Yavuz’un Hasan Ali eski Skoda kamyoneti ile İmamlar’a gidecektir. Kahvenin önünde oturan Çıtlu Hasan’a :
       -  Eve gidiceksen seni Olukyanı'na gadar götüriyim, der. 
Birlikte Skodaya binerler. Çerçi'nin viraja geldiklerinde, Hasan Ali arabayı durdurur: “Şunlara bir şey söyleyeceğim.” der ve iner. Hasan amca arabadadır. Çok sürmez freni boşalan araba yavaşça bayır aşağı gitmeye başlar. Millet telaşlanır. Hasan Ali hem koşup hem bağırmaktadır:
       - Hasan emice firene bas, firene bas!
       Hasan emice fireni ne bilsin. Uğraşırken arabanın açık kapısından yere düşer. Velhasıl arabayı başkaları durdurur. Bacısı Fadime, Hasan amcaya sorar:
       - Aga bişeyin var mı, n’oldu?
       Hasan  Çelik amca kızgın cevap verir:
       - Nolucak yahu! Habu …min  uşağı bu yaştan sonra bana şüferlik öreticekdi.
                    ----------------------------------------------------------------------------------------- 
            SİGARA İÇMEK
      Hasan Çelik amca çok sigara içerdi. Yaşlandıkça, etkilerini göstermeye başlar tütün. Amca hastalanır, öksürükten muzdariptir. Doktorları dolaşır. Her gittiği:
      - Sigarayı bırak, içme artık, demektedir.
      Doktoru dinleyen kim! Çıtlu,  ilâçlarını kullanır ama cıgara işi devam...Pek fayda bulamaz. Biraz iyileşip yine tekrarlamaktadır nefes darlığı.
      Bir gün rahatsızlığında, gittiği doktor iyice muayene eder:
      - Sigarayı bırak, der.
      Hasan amca sızlanır:
      - Yahu! önceki gitdüğüm dokdurlar da aynısını sölemişlerdi. Ben dokturun " Cıgara iç emice. " diyicek olanını arıyum da undan geldim.
                              ******          ******          ******          ******
              TAVŞAN AVI
      Kara Yavuz anlatmaktadır:
      - Bigün ava gitdim. Şura senin bura benim derken Gargenlisaz’da önüme bi davşan düşdü. Tüfemi dorultup atmamla hayvanın düşmesi biroldu. Aldım eve geldim. Başladım derisini yüzmiye. Dınnana gadar, bunnuna gadar yüzdüm. Yorulmuşum, acıkdım da. Az mı gezdim dağ bayır, öyle ya? Davşanı pakenin üsdüne galdurup bırakdım. Birez dinneniyim, yemek de yiyim diye eve girdim.  Eme, dış gapıyı da açuk bırakdım. Başladım yemekleri atuşdurmiye. Bi ara gözüm gapıdan dışarı gaydı, ne bakarsın! Bizim davşan almış postunu gaçiyi. Hemen tüfe gapdıım gibi fırladım dışarı. Peşinden bi atdım vuramadım. Bi daa atdım, davşan “ bevuuk “ dedi bi zıpladı haviye, düşdü aşaya.
      Bu palavra, Gıran mahallade Tufan’ın İsmail’in kahvesi önünde oturan köylüler tarafından Cıncın Mehmet’e anlatılır. Tesadüf bu ya, tam o sırada karşıdan Kara Yavuz görünür. Hemen yanlarına buyur edip oturturlar. Çay, kahve derken Cıncın Memet, Kara Yavuz'un tavşan meseli sanki kendi başından geçmiş gibi yalandan anlatmaya başlar:
     - Ula uşaklar, size bişe annatıcam emme inanmazsınız. Habu gözlerimle görmesem valla ben de inanmazdım. 
     Oradakiler anlatmasını isteyince devam eder Cıncın:
      - Adapazarı’na ilk göç etdüğüm seneydi. Arkadaşlar “ Hadi Memet ava gidelim.” dediler. “Ula ben ne annarım avdan, siz gidin." dediysem de olmadı, elime bi tüfek verip beni yanlarında götürdüler. Şura senin, bura benim çok dolaşduk. Bi derenin gıyısında önümüze davşan çıkmasın mı! Uşaklar bi atdı davşanın yere düşmesi bir oldu. Oturduk. Biri başladı davşanın derisini yüzmiye. 
     İki eli ile gözlerini kapatıp devam eder: 
     - Hebülecük oliyim, başgası annatsa inanmazdım. Habu gözlerimle görmesem…
     Millet uyanmıştır mevzuya. Teşvik ederler
      - Annat Memet emice, sonra?               
      - Sorası, arkadaşın biri davşanın derisini dınnana gadar, bunnuna gadar yüzdü. Yoruldu. Yüzme işine sonra devam ederük diye davşanı galdurup bi daşın üsdüne bırakdı. Yorulmuşuk, acıkmuşuk. Dökdük torbaları ortalığa, ne varsa başladuk yemiye. Arkadaşın biri fark etti, ne bakarsın! Davşan almış postunu gidiyi. Hebülecük olıyim, biri annatsa gözlerimle görmesem inanmam. 
Biri tüfeğini alıralmaz bi atdı ııh. Bi daha atdı, davşan “bevuuk” dedi zıpladı havaya, yere düşdü. Allah sizi inandursun, (yine gözlerini iki eliyle kapatarak) "hebülecük olıyım!" derken, o ana kadar sessiz fakat pür dikkat dinleyen Kara Yavuz atılır:
       - Ula Memet, habu annatduklarına haburada başgası inanmaz bi ben inanurum, der. 
Sonra da diğer dinleyenlere dönerek noktayı koyar:
       - Aha bakın işte! Bi de bana inanmıydunuz.
          -----------------------------------------------------------------------------------------
                   KAPORTASINI BOYAMIŞ
       Osman Başarların ev bahçesine ikide bir Kadı Kemalların karakaçanı girip zarar veriyormuş. Osman, birkaç kez sahibine söylemiş:
       - Sizin eşek bizim çevirgeliğe, baççiye girip zarar veriyi. Onu birez gözleseniz gomşu.
       - Duh! yapın avlanızı da girmesin.
       Bir değil, iki değil hep bu cevabı almış.
       - Duuh ! Yapın avlanızı...

       Gecenin bir vaktinde evinin alt katında sesler duyarak uyanmış. Elde tüfek.  Bakınmış ki ne görsün? Yine Kadı Kemalların eşeği. Neyse, yine kovmuş hayvanı. Birkaç gün sonra fındıklıkta yine karşılaşınca, eşeği yakalayıp evinin yanına getirmiş ve bağlamış. Ardiyedeki bir kutu kırmızı yağlı boya ile fırçayı kaptığı gibi bizimkini bir güzel kuyruğuna varana dek boyamış. Yoldan yukarı salmış ve kovmuş.
      Eşek evine kapısına girmiş. Kadı'nın kızı bakmış kapıda bir yabancı eşek. Taş sopa kovalamış hayvanı. Ama eşek geri dönüp tekrar dayanmış avlaya. Kız kovar, eşek girmek ister. Derken, biraz daha dikkatlice bakınca ayılıp tanımışlar: " Anaam! maninamısın bu bizim eşek ya! Buna n'olmuş bööle!" diyerek şaşırıp kalmışlar.
Bizim Osman'ın marifeti olduğu ergeç anlaşılmış. Rahmetli Kadı Kemal, bir zaman sonra Gıran'daki kahvenin yanında Osman'ı görünce yanına çağırıp kızgınca sormuş:
       - Osman hoo eşşeği niye boyaladın?
       Osman bu. Cevap mı yok:
       - Dayı, kaportasını tamir ettim bi de güzel  fırınlı boya attım. Parasını hemen vermen şart değil, fındıkta versen de olur.
       Bu zekice ve hoş cevap karşısında Kadı gülümsemiş ve öfkesi geçip:
       - Ula Osman Allah senin iyiliğini versin, demiş.
 ( Not : Osman Başar kaporta boyamayı bırakmış. Geçen gün baktım, bahçe kapısı yine açıktı.)
                              ----------------------------------------------          -------------------------    

                KUMARIN GÜNAHI
       İmam nasihat etmektedir:
       - Kumar oynamayın, aldığınız kul hakkıdır, ödenmez. Çok büyük günahtır, cehennemde yanarsınız... ve bunun gibi şeyler...
       Hasan Çelik amca müstehzi gülümser, yanındakine fısıldar:
       - Bana demiyi ki! Bende kimsenin hakkı yok. Gumarda hiç almadım hep verdim, alan düşünsün.
                              ----------------------------------------------------------------------------------------                                     
                 SIRBAT
      ( Bozular'ın muzip delikanlısı Osman Başar anlattı.  İznini aldım, sizlere de Osman'ın anlatımını sunuyorum. )

      Rahmetli Sevdiye ( Gırgız ) Yengemle Hasanusta deresine Galdırik toplamaya gitmiştik. Bakdım yerde ölü bir köpeğin kafatası var. Aklıma bi şeytanlık geldi. Yengem görmeden köpeğin dişlerinden bigaç tane söküp aldım. Eve dönerken yol gıyılarından birez yeşil ot gopardım. Çakıllı toprak da aldım. Eve gedikten sonra bunları ayrı ayrı beyaz naylon poşeti parçalarına sardım. Tekrar hepsini yedi gat muşambaya dolayıp aldım gittim gaynanamlara.
      O sıralar gaynanam Sefiye baş ağrısı çekiyi. Mine nenem de zaten öyle.
      Fadime geline durumu anlatıp:
      - Sen bu muşambayı al, Gaynanamın yastığının altına yerleştir. Yarın sabah habarsızmış gibi onların duyacağı göreceği bir ayarlama ile bunları bulmuş gibi yap. Bakalım ne olucak, dedim.
      Plan aynen uygulanmış:
      - Gız ana! Bu da ne? diye söylenerek güya bulduğu muşambayı, koşup hastalarımıza(!) yetiştirmiş Fadime. Gaynanamla anası Mine nenem başlamışlar kat kat naylonları açmaya. 
Köpek dişlerini görünce irkilerek:
      - Oy! biri bize sırbat yapmış, diye sızlanmış gaynanam.
      Diğer parçadan çıkan çakıllı toprağın yorumunu yapmış Mine nene:
      - Hey gidi gızım heey! Aha da mezerimizin toprağı. Mezerimizi gazmıya başlamışlar.
      Öbür parçadan da yeşil ot çıkmasın mı? Feryatlar daha da yükselmiş:
      - Oy neneem! habu otlar guruyunca ölücüük besbelli! Bize hangi düşmanımız yapdı bu sırbatı? Desene biz bu yüzden iyileşemiyuk hiç...
      - Kim yapıcak gızım, Bade nenenin işidur! 
      Bu sırada kaynatam Sabri Kırcıoğlu sızlanmaları duyup yanlarına gelmiş. Anlatmışlar olanları. "Bize sırbat bozacak hoca bul " diye tutturmuşlar. Kayınpeder biraz sıkıştırıp soruşturmaya başlayınca Fadime gelin gerçeği anlatmak durumunda kalmış da derin bir "ooh!" çekmişler.
      Bana çok kızdılarsa da bir müddet sonra barıştık.            
                   --------------------------------------          ------------------------------------------- 
                TOP YUVARLAKMIŞ
      Şevket Yavuz, Beşiktaş-Fenerbahçe maçı öncesi Muhittin Aydın’a sorar:
       -Ula Muhittin habu maçın sonucu ne olur?
      Muhittin duraksamaz cevap verir:
       -  Belli olmaz hoca. Top yuvarlak.
      Şevket hoca gözlerini belertip bağırır: 
       - Dört köşe mi olucadı!
          -----------------------------------------------------------

               ÇAY NASIL
           Kahveye gelen Fayısu Hasan, çay içmekte olan Muhittin’e, ocakçı duymasın diye alçak sesle sorar:
          - Ula deli! Çay nasıl?
          - Nası olsun! Gırıvu çıkıvu yok, hali vaktı yerinde.
                      ------------------------------          --------------------------------------------------        
     
             SALA  

      Muhittin Aydın, köyde imamın olmadığı zamanlar ezan ve salaları okumaktadır. Bir gün gelen salayı okur, ardından ölenin adını, cenazenin defin duyurusunu bir kez anons eder. Anonsu ikinci kez söylemeden önce “tekrar ediyorum” demek aklına gelmez ve seslenir:
      -Millet iyi dinneyin, bidaha söylemicem ha! diyerek anonsu tamamlar.
                    -------------------------------------           ---------------------------------------------------

            YANLIŞ YERE KURMUŞUZ
     Televizyon yayınlarının yeni başladığı 1970’li yıllarda Temel Çalışkan, biraz çukur yerde olan kahvehanesine bir siyah-beyaz televizyon alır. Anteni kurmak için usta gelir. Anten elde ora senin, bura benim bir hayli dolaşırlar. Zar zor bir yerde pırıltılı ve akan bir görüntü  bulurlar.
İşleri bitince oturdukları masada çaylarını yudumlarken usta, eliyle camdan doğru Yemişlik tepesini gösterir:
     -Ah! der, bu televizyon o tepeye kurulaydı ayna gibi gösterirdi.
Olanları baştan beri izlemekte olan Polisu İsmail Şirin lafa karışır:
     -  Desene yeğen biz köyü yannış yere gurmuşuk.
                    -------------------------------------------------          -----------------------------------------        
          KUMAR PARASI
     Cıncın Memet ile Kadı Kemal sözleşirler:”Polisu İsmail’i kumarda bir güzel soyalım, sonra da parasını geri verelim.’’
     Oyun başlar. Al papazı ver kızı derken durumdan haberi olmayan Ördekçi Yusuf da sonradan gelip kumara oturur mu. Aksilik bu ya, Polisu hepsini soyup soğana çevirir. Paralar tükenir.  
     Cıncın’la Kadı sızlanır:
     - İsmail dayı sana bişe diyücük. 
     - De yeğen.
     - Müslümanlıkta yalan söylemek günahdır öyle değil mi?
     - He yeğen. 
     - Biz gumara oturmadan, böyle böyle sözleşmiştik emme tersi oldu. Mecbur değilsin emme dayı, bizim paralarımızı geri vermen vicdanına galmış.
     Polisu çıkarıp ikisinin parasını verir. Kızgın kızgın başını iki yana sallayarak söylenir: 
     - Hadi sizi annaduk da yeğen, habu a...godumun Ördekçi niye oturdu? O'na para mara yok.
                    ------------------------------------------------------                    

            SARIGÖL’DE (Yalak’ta) TİMSAH VAR

    (Guleyin’in Ali’nin kahvehanesinde Temel Çalışkan, Sabri Öztürk, Yusuf Çelik, Cemil Şener aynı masada oturmaktadırlar. Yanlarındaki masada ise Kara Yavuz vardır.)
     (Anlatan: Cemil Şener) 

     1970’li yıllar. Aramızda sohbet ediyoruz. Çıtlu Yusuf bize doğru döndü, yüksek sesle:
      -Temel aga duydun mu, gölde keler varmış?          

     Ben safça sordum:

      -Yusuf amca, sizin evin yanında yağmur suyu biriktirdiğiniz küçücük bir çukur vardı. Orada mı keler var?

     -Yok yok okarıda Yalak'ta.(Yalak: Kuyudüzü köyünün batısında küçük bir göl.)

     Kara Yavuz (Mustafa Yaprak) yandaki masadan kalkıp yanımıza geldi. Ellerini açıp masayı kucaklar gibi ölçerek:

     -Ben gördüm, dedi.Sırtı habu masa gadar vardı.

     Temel aga söze karıştı:

     -Ula u keler diyil timsahdur timsah! 
     Kara Yavuz anında cevap verdi:

     -Heye! timsahdı valla.

     İşi uyandım. Maksatları, konuşulanı Yavuz dayıya duyurmakmış. Bahsedilen göl, köyümüzün batısında yaklaşık 7-8 dönümlük bir alanı kaplıyor. Afrika değil ha. Kuyudüzü’nün tepesinde timsah!?.. Gülmemek için kendimi zorluyorum. Tüm kahvedekiler ilgisizmişcesine çaktırmadan bizi izliyor. Memeşu Sabri, önceden sözleşmişler gibi fakat doğaçlama başka konuya giriş yaptı:
     -Temel aga haberleri dinnedin mi? Vah vah vaah!
     -Dinnedim hee.  
     -Gördün mü sen olanları,cık cık cık!
     -Yazık oldu valla, tüüh tüh!
     Eh ben de havaya girdim ya, oyuna katıldım:
     - Sabri ne olmuş? Ben duymadım anlat hele.
     -Yahu nassı duymazsın? Yirmi bin gişi ölü, yirmi bin yaralı.  
     Millet tam havasında, ahlar vahlar üzüntü sözleri. 
      -Allahaşkına uzatma Sabri abi nasıl olmuş?
      -Nası olucak köprü yıkılmış köprü!  
      Temel aga tekrarladı iyice duyulsun diye:
     -Yirmibin ölü, yirmibin yaralı!
     -Hangi köprü? diye sordum ortamın hararetlenmesi için. Bir yandan da Kara Yavuz’u gözetliyorum. Dayı pür dikkat, fakat konuşmalara halihazır katılmıyor.
     Yalan bu ya, Sabri çabuk kıvıramadı. Başladı gevelemeye:
     - Şeyde canım..hani var ya.. eem şeydeki köprü.
     Temel aga yardımcı oldu:
     - Yavu İsdambul’a giderken hani denize varır varmaz..
     Çıtlu Yusuf ekledi:
     -Hee.. şeyi geçince hemen sola doğru var ya bi köprü.  
     Yavuz dayı daha fazla dayanamadı. Gayet ciddi:
     -Canım! Hereke’yi geçince bi köprü var işte, dedi. Hani denize doğru uzani, çimentu farbikasının urada.
     Masadakiler hemen tasdikledi:
     - Tamam Yavuz bildin, işte o köprüydü.
     Temel aga, "Ula Yavuz, timsah yalanını örtmek için bizim yalanı yutmuş göründün. O köprüye kırkbin kişi nasıl sığmış da altında kalmış diye bize soramadın." diyemedi. Diyemeyince de kızgınlıktan o meşhur tikine tutuldu:
     - Tü tü tü. Tüü tü.     
     Temel aga tükürükler savururken, bazılarımız gülmemek için daha fazla dayanamadık. Dışarıya zor attık kendimizi. Gözümüzden yaşlar gelinceye dek güldük.
 Arasıra beni sebepsiz gülümserken görürseniz biliniz ki kabahat bende değil…

                                     ****** ****** ****** ******

            GARŞIDA ÇİFTLİĞİM Mİ VAR! 

       Kadı Kemal (Kemal Çağlar) hiç ayık gezmezdi desek yalan olmaz. Ya da çoğu zamanlar içmeden durmazdı diyelim. 
      Günün birinde yine Tıkıç Memet ile demlenir. Elinde şişesi, Gıran mahallede naralar atar gezinir. Bozu Yakup’un diktiği dut ağacının dibine çimene uzanır. Köyde imamlık da yapmış saygın bir kişi olan Kaynatası Çoru Mehmet Ali de tesadüf ki oradadır. Damadının durumunu üzülerek, utanarak izlemektedir. Artık, bir yerde dayanamaz, yanına gelip çıkışır eğri şivesiyle:

      -Ula Gemal! Zende heç udanma arlanma yok mu? Hadi milletden udanmiyisin Allah’dan bari gork. Yarın u Zırat Göprüsünden garşıya nası geçceksin? 
      Gadı, başını zor kaldırıp yattığı yerden cevap verir:
      -Geçmeem! Garşıda çiftliyim mi var?

                                        ****** ****** ****** *******       

           ELLEZ GELİNCE DİNLER 

     Çoru Emrullah evine ilk kez bir radyo almış. O zamanlar radyoyu bilen mi var. Yeni yeni yaygınlaşıyor.

     Oğlu İlyas oduna gitmiş. Kızı radyoyu açmış dinliyormuş. Güzel bir kemençe çalmaya başlamış. Emrullah dayı dışarıdan doğru eve seslenmiş.
     -Gız Emine ho ıradiyeyi gapat da kemençe gaçmasın. Ellez gelince dinner.
                    -----------------------------------------------           -----------------------------------------------

          GETİRSEM ERİR Mİ?   
     Mustafa Düzen, Arslan Çıtlakoğlu, Emrullah Ceylan, Çolu Ali dördü birlikte eşek satın almak için Bolu’ya hayvan pazarına gitmişler. 1970’li yıllar, o zamanlar köyde yol yok, taşıt desen az. Odun taşımak, değirmene gitmek, bağ bahçeden yük almak vb. için eşek çok iş gören zaruri bir hayvan.

Neyse .. Bolu pazarında aradıklarını bulamayan dört kafadar, ver elini Seben deyip gitmişler. Bir handa geceleyip ertesi günkü Seben pazarından birer eşek almışlar. Kamyon tutup getirseler bi sürü para, zaten fakirlik de var. Bindikleri gibi karakaçanlara haydi… yaylalardan, patikalardan kestirmeden Kardüz dağını aşıp köye gelmeyi göze almışlar. O gün bir hayli yol katetmişler. Akşam olunca bir gece için birilerine misafir olmuşlar. Sabah erkenden düşmüşler yola. Kardüz dağına geldiklerinde Çoru Emrullah dayı yamaçlardaki bembeyaz kar tepeciklerinin güzelliğini hayranlıkla seyrederek:

     - Ben buradan köye kar götürecevum, demiş.

     Temmuzun başları, hava desen serin fakat güneşli
     - İyi olur Emrullah dayı, demiş yanındakiler birbirlerine göz ederek.

     Dayı başına dolayıp sardığı dokuma mendilini çözüp içini güzelce kar ile doldurarak semere asmış. Bakacak Köyü’ne yaklaştıklarında ne baksın! Mendil ıpıslak, kar sanki Kardüz’e geri dönmüş. Dayı şaşkın:
     -Ula bağa niye demediniz "habu gar erir" diye?

     Bizimkilere gün doğmuş, bekledikleri an geldi ya. Başlamışlar takılmaya:

     - Yahu Emrullah, iyi bak düşürmüş olmiyesin

     - Dayı, belli ki gar, arkadaşlarının yanına döndü, Kasım’da geri gelür.

     Dayı halen üzgündür:
     - Bakın aha mendil sırılsıklam, gar erimiş, derken ayılır ve gülerek devam eder: 
     -Ula uşaklar siz beniyle eğleniyirsunuz mu?
     - Aşkolsun dayı! demişler, sen bunun eriyiceğini düşünemedin mi?
      Hepsi kahkahalar atarak gülüşmüşler. Şaka şamata derken, gecenin bir vaktinde Kuyudüzü’ne köylerine vasıl olmuşlar. 
      ( O zamanlar odunu, çalıyı, gazeli, değirmene gidecek zahra’yı, fındık çuvallarını, ovadan yallıkları, otu kadınlarımız sırt sepeti içinde veya yük ıyarak sırtlarında taşırlardı. Köyde eşeğin taşıma işinde yaygınlaşmasında biraz da olsa etkisi olan ve analarımızın zahmetten kurtulmalarında rol oynamış bu maceradaki kişileri sevgiyle yadediyorum. Aralarında vefat etmiş olanlara rahmet diliyorum. )
                                       (Anlatan : Mustafa  Düzen, Havva Eker )
                    *******-------*******-------*******-------*******-------*******-------*******


                                KUYUDÜZÜ PALAVRALARI:

                 TEVEKTE BOSTAN 
     Velioğullarından Haşim Kubat anlatıyor:
     -Melmekette baççaya bostan (hıyar) ektik. Bir bostan döktü, bir bostan döktü ki sorma. Bir tevek bostanı söküp boynuma doladım, 90 dene bostanı 80 dene çili vardı. Bir taraftan soydum, bir taraftan da yiyee yiye gitdim.
                    -------------------------------------------          -----------------------------------------
              

                  YILAN VE EŞŞEK
     Haşım dayı Deli Bekir’e anlatmaktadır: 
    -Melmekette bir yılan vardı sorma gitsin. Öyle büyüktü işte. Bi gün bi bakdım yılan eşşeği yutmuş ama eşşeğin başı dışarıdaydı. Zavallı eşek anırıp bağırıp yılanın ağzında gidiyudu.
     Bekir, Haşım’ın karısı Ayşe’ye yalvarır gibi seslenir:
     -Yahu Ayşe abıla habu dayıya bişey de, demeye kalmaz Haşim dayı karısına sert bir bakış fırlatır. Ayşe abla çaresiz:
     -He oğlum! ben de gördüm, der.
                               ----------------------------------------------------------------------------  
                  KURŞUN 
      Kara Yavuz anlatır: 
      -Bi gün İmamlar bazarından rakı ve yanına meze aldım, Alt’tan doğru yürüyüp patika yoldan Haşım'ın fındıklığının dibine geldim. Dayıyla bir güzel oturup içelim dedim. Baktım ki dayı fındıklıkta tikenleri ayıklıyi. Onu gorkutmak için çektim dabancayı. Haviye doğru nişan aldım. Gökyüzüne doğru dikine bir ateş ettim. Öyle bir ayarlı ateş ettim ki, kurşun gökte yükseldi, yükseldi sonra yere inmeye başladı. "Şav!" diye Haşim dayının ayaklarının dibine düşdü. Dayı beline davrandı, dabancasını çekip gurşunun geldiği yeri aramaya başladı, tam siper yapdı. Bakdım atıp beni vurucak, seslendim:
      - Dayı atma, gurşun atma! benim, ben Gara Yavuz. Şaka yapdım!..İşde höle gene gurtuldum.
      -Heyye,  dedi Haşim dayı,aynen böle oldu.                                               


              TAKOZ
      Kara Yavuz(Mustafa Yaprak) anlatıyor: 
     -Garlı puslu bi hava. Otubus dopdolu. Bolu dağından aşaya iniyuk. Arabanın fireni patlamasın mı. Maavin atladı aşaya ki takuz goyucak, lakin ne takuz var ne de daş. 
     Millet bas bas bağıri can gurtaran yok mu! diye. Yavuz dayınız ne güne durur? Hemen atladım yere, ötiye beriye bakındım bişey bulamadım. Şav diyin aklıma geldi ki davrandım.
 Gopdum otubusun önüne. Gafamı bi goydum tekelin önüne eh! Araba "gaarç" etdi bi-iki adım ilerde durdu.
 
              FINDIK AĞACI
     Haşim Kubat yanındakilere anlatmaktadır:
     -Melmekette baççamızda bir fınduk ağacı vardı. Günün birinde onu kesdim. Kelesdesinden evin çatısını yaptım. Artanından paken yaptım. Geriye  galanından da iki gışlık odunum çıkdı.
     Dinleyenler gülümser, inanmaz. 
     
     Cemil Şener Haşim'in oğlu Mehmet Ali’ye yıllar sonra sorduğunda:
     - Mimili'nin Ali ile melmekete gitdiydük. Baççaları gezerken bi fındık ağacı gördük. Boyu habu çınar gibi uzamıştı. Galınlığı 30-40 kuturunda vardı. Ali bu fındığı görünce:" Haşım dayıya palavracı diyenler haksızlık etmişler. " demişti, cevabını verdi